-
1 bir
bir ein; Eins f; Artikel ein, eine; einzig (z.B. Gott); (nicht verschieden) gleich; gemeinsam (z.B. Kasse); nur allein ich, du; ein Mal; adv einmal; mal;bir ağızdan im Chor singen;bir araba eine Fuhre; fig eine Menge;bir araya zusammen;bir araya gelmek zusammenkommen;bir aşağı bir yukarı dolaşmak hin- und herspazieren;bir bakıma bei näherem Hinsehen;bir bir einer nach dem Anderen; eins nach dem Anderen;bir daha noch (ein)mal;bir de und auch; noch dazu; und da …; nun; mal nachsehen usw;bir derece (oder dereceye kadar) bis zu einem (gewissen) Grad;-i bir etmek vereinen; vereinheitlichen;bir gelmek sich ausgleichen;bir gün eines Tages;-e bir hal olmak einen Unfall haben; nicht geheuer zumute sein D; sich seltsam aufführen;bir hoş seltsam, merkwürdig;bir içim su Mädchen bildhübsch;bir iki einige; ein- zweimal;bir iki derken im Handumdrehen;bir iyi(ce) gehörig, ordentlich;1 Nisan şakası Aprilscherz m;1 Mayıs Tag m der Arbeit;bir nice eine ganze Menge;bir numaralı Nummer eins, hervorragend;bir o kadar noch einmal so viel;bir örnek uniform, unisex; einheitlich;bir şeyler, bir şeyler und so weiter, und so weiter;bir türlü ein und derselbe;bir türlü olmuyor es klappt einfach nicht;yapsam bir türlü, yapmasam bir türlü ob ich es tue oder lasse, habe ich Nachteile;bir vakit damals; (der)einst;bir varmış bir yokmuş Märchen es war einmal;bir yastığa baş koymak Mann und Frau sein;bir yerde irgendwo, gewissermassen;bir yere getirmek ansammeln, konzentrieren;bire bin katmak maßlos übertreiben;günün birinde eines schönen Tages;bir tuhaf bakıyor er sieht so seltsam herüber;gitmesiyle gelmesi bir oldu kaum war sie gegangen, als sie wieder kam -
2 hal
hal1 <- li>1. subst → durum; Zustand m, Lage f; Auftreten n, Benehmen n, Verhalten n einer Person; Gegenwart f; Kraft f (etwas zu tun); GR Indikativ m; Fall m, Kasus m (z.B. -i hali Akkusativ);hal hatır sormak nach dem Befinden fragen;… bir hal almak in ein … Stadium treten;hal olmak in Verzückung sein, im Trancezustand sein;-e (bir) hal olmak unp jemandem stößt etwas zu (= er stirbt);-i hal(e) yola koymak richtig stellen, in Ordnung bringen;hal(in)den anlamak (oder bilmek) Anteilnahme zeigen;hale bak! Donnerwetter! (positiv und negativ);-in hali duman olmak, -in hali harap olmak übel dran sein;hali olmamak nicht mehr die Kraft haben; sich nicht wohl fühlen;hali tavrı yerinde olmak anständig aussehen, sich anständig benehmen;hali vakti yerinde olmak begütert sein;benim halim ne olacak? was wird aus mir werden?;halim kalmadı ich bin ganz hinüber, fam ich bin geschafft;… halinde in Form (G); im Falle (G), bei (D);atom savaşı halinde im Falle eines Atomkrieges;gruplar halinde gruppenweise;öğüt halinde in Form eines Ratschlages;(kendi) haline bakmamak seine Kräfte überschätzen;… haline gelmek werden (N; zu D); (negativ) ausarten (in A);… haline getirmek auf den Stand (G) bringen, reif machen (für A);… halini almak werden (zu D); ausarten (in A); den Zustand (G) annehmen, erzeugen, sich entwickeln (zu D)hasta olduğu halde … obwohl sie krank ist, …;her halde, her halükârda auf jeden Fall; unter allen Umständen; (höchst) wahrscheinlich; → her (her halde);ihtar ettiğim halde … obwohl ich warnte, …;o halde, şu halde in diesem Fall, demnach, das heißt;yola çıktığı halde … während sie sich auf den Weg machtehal2 <- li> Markthalle fhal3 <- lli> Lösung f -
3 hâl
1) Zustand m, Situation f\hâle yola koymak in Ordnung bringen\hâli vakti yerinde olmak gut situiert seinbu \hâlde oraya gidemem ( fam) in diesem Zustand kann ich nicht dahin gehenbu \hâlin ne böyle? ( fam) wie siehst du denn aus?\hâlim kalmadı ( fam) ich kann nicht mehr5) Fall mo \hâlde in dem Fall, dann6) birinin başına bir \hâl gelmek jdm stößt etw zukâbus \hâline gelmek zum Albtraum werden -
4 hâl
- li1) состоя́ние; положе́ние, обстоя́тельстваhâlden anlamak / bulmak — входи́ть в чьё-л. положе́ние, сочу́вствовать кому
kimse hâlin nedir demedi — никто́ не сказа́л "что с тобо́й"
hâli neye varacak? — что ста́нет с ним?
sıhhî hâl — состоя́ние здоро́вья
onun her hâli iyidir — у него́ всё в поря́дке
2) вид; мане́ра; о́браз де́йствийhâlini almak — превраща́ться во что, принима́ть какой-л. вид
münakaşa gitgide kavga hâlini aldı — спор постепе́нно перешёл в ссо́ру
hâline gelmek — приня́ть вид кого-чего; стать похо́жим на кого-что
hâli perişan — а) жа́лкое состоя́ние (кого-л.); б) несча́стный / жа́лкий вид
bir hâl takınmak — принима́ть какой-л. вид, прики́дываться
bu hâlde, bu hâl ile — а) в тако́м состоя́нии; б) в тако́м ви́де
bu ne hâl böyle? — а) что э́то за вид?; б) что с ва́ми?
heyecanlı olduğu her hâlinden belliydı — по всему́ бы́ло ви́дно, что он взволно́ван
kendi hâlini görsün — пусть [он] на себя́ посмо́трит
ne hâle geldi — до чего́ / до како́го состоя́ния он дошёл
onun her hâli sinirime dokunuyor — меня́ всё в нём раздража́ет
3) неприя́тности; затрудни́тельное положе́ниеbaşına hâl gelmek — попа́сть в беду́, претерпева́ть затрудне́ния / неприя́тности
zavalının başına ne hâller geldi — чего́ то́лько не перенёс бедня́га
hâli harap olmak — у него́ затрудни́тельное положе́ние
sınıfı geçmezse hâli harap — е́сли он не перейдёт в сле́дующий класс, то пло́хи его́ дела́
4) си́ла, мочьhâli kalmamak — не име́ть бо́льше сил (что-л. сделать); быть невмоготу́; о́чень уста́ть
hâlim yok — а) мне нездоро́вится; б) у меня́ нет сил, я не в состоя́нии (что-л. делать)
bende kalkacak hâl yok — у меня́ нет сил подня́ться ( с места)
sokağa çıkmağa hâlin var mı? — ты в состоя́нии вы́йти на у́лицу?
güç hâl ile — с трудо́м
5) настоя́щее, настоя́щее вре́мяhâl dediğimiz şey yarından sonra mazı olacaktır — то, что мы называ́ем настоя́щим, с за́втрашнего дня ста́нет про́шлым
şimdiki hâlde — а) в настоя́щее вре́мя; б) при сложи́вшихся обстоя́тельствах
••- hâlde- ihtar ettiğim hâlde
- hasta olduğu hâlde- hâlinde- hâlden hâle girmek
- hâl hatır sormak
- hâline köpekler gülüyor
- hâli tavrı yerinde
- hâli vakti yerinde olmak
- hâle yola koymak
- kendi hâline bırakmak
- o hâlde -
5 abschreiben
ab|schreibenI vt2) wirtsch aşınma payı olarak ayırmak [o hesaptan düşmek], amorti etmek4) jdn \abschreiben ( fig) birini defterden silmek, birini gözden gönülden çıkarmak;das können wir \abschreiben! ( fam) bunu aklımızdan çıkarabiliriz!;sich die Finger \abschreiben ( fig) yazmaktan parmakları kopmak, yaza yaza bir hâl olmak -
6 становиться
I несов.; сов. - стать I1) durmak; çıkmak; olmakстанови́ться в о́чередь (за чем-л.) — sıraya girmek; kuyruk olmak
стань ря́дом со мной — yanıma gelip dur
мы ста́ли в два ряда́ — iki sıra olduk
2) geçmekстать за прила́вок — tezgah başına geçmek
станови́ться на коле́ни — diz çökmek
стать на́ руки — amuda kalkmak
стать на цы́почки — ayaklarının burnu üstünde kalkmak
медве́дь стал на за́дние ла́пы — ayı art ayakları üzerine kalktı
4) в соч.стать ла́герем — kamp kurmak
стать на прива́л — mola vermek
••стать на лы́жи — kayağa başlamak
когда́ он стал на лёд / на коньки́? — patinaja ne zaman başlamıştı?
стать у вла́сти — iktidar başına geçmek
стать на путь социалисти́ческого разви́тия — sosyalist gelişim yoluna girmek
II несов.; сов. - стать II, врзстанови́ться на доро́ге кого-л. — birinin yolu üzerine dikilmek
olmak; hal almakстать материа́льной си́лой — maddi bir güç haline gelmek
стать учи́телем — öğretmen olmak
дни станови́лись коро́че — günler kısalıyordu
лицо́ её ста́ло стро́гим — yüzü sertleşti
оа́зис станови́лся пусты́ней — vaha çölleşmekteydi
станови́лось темно́ — ortalık kararıyordu
круго́м ста́ло темно́ — her yan karanlık kesildi
э́то ста́ло соверше́нно невозмо́жным — bu, büsbütün olanaksızlaştı
жизнь её станови́лась невыноси́мой — hayatı çekilmez bir hal alıyordu
э́то ста́ло на́шей перве́йшей зада́чей — bu, bizim bir numaralı görevimiz halini aldı
станови́ться тради́цией — gelenek haline gelmek; gelenekleşmek
в ко́мнате сра́зу ста́ло светло́ — odanın içi birden aydınlanıverdi
больно́му ста́ло ле́гче — hasta rahatladı
мне ста́ло ску́чно — canım sıkıldı
к ве́черу ста́ло прохла́дно — akşama doğru hava serinledi
в октябре́ ста́ло хо́лодно — Ekim ayında havalar soğudu
противоре́чия станови́лись бо́лее глубо́кими — çelişkiler daha da derinleşmekteydi
па́ртия станови́лась всё сильне́е — parti giderek güçlenmekteydi
-
7 baş
baş s\baş döndürücü Schwindel erregend\baş göstermek sich zeigen; ( ortaya çıkmak) auftretenbirini \baş göz etmek ( fam) jdn unter die Haube bringen\baş kaldırmak sich auflehnen (-e gegen), revoltieren (-e gegen); ( isyan etmek) rebellieren (-e gegen)\başım dönüyor mir ist schwindeligbirinin \başına bir hâl gelmek jdm stößt etw zubir şeyden \başını alamamak sich vor etw nicht retten könnenbirinin \başını bağlamak ( fam) jdn unter die Haube bringen\başını taştan taşa çarpmak ( fig) (etw) bitter bereuenbir devletin \başı der Oberhaupt eines Staates\başından beri/itibaren von Anfang an\başından sonuna kadar von Anfang bis Ende\baştan von Anfang an\baştan \başa von Anfang bis Endegelecek haftanın \başında Anfang nächster Wochemayıs \başında Anfang Maiyılın \başında am Anfang des Jahresgeminin \başı bocaya/orsaya kaçıyor der Bug des Schiffes dreht nach Lee/Luv6) (\başbakan) Präsident(in) m(f); (\başhekim) Chef m; (\başmakale) Leit-; (\başmüfettiş) Ober-; (\başsavcı) Ober-, General-; (\başrol) Haupt-7) ( unpers)bir şeye \baş almak für etw Zeit findenbir kimseyle/şeyle \baş edebilmek ( fam) mit jdm/etw fertig werdenbir kimseyle/şeyle \başa çıkmak mit jdm/etw fertig werden\başı belaya girmek ( fam) in Teufels Küche kommen\başı dara düşmek in Not geraten\başımla beraber! ( seve seve) gern(e) !; ( memnuniyetle) mit Vergnügen!\başın sağ olsun! mein aufrichtiges Beileid!birinin \başına bir şey gelmek jdm etw passierenbirinin \başını belaya sokmak ( fam) jdn in Teufels Küche bringendün \başıma bir şey geldi gestern ist mir etw passiert -
8 stand
n. duruş, durum, hal, yer, dayanma, direnme, katlanma, durak, işyeri, tezgâh, kürsü, tribün, sehpa, ayaklık, ayak, ayaklı askılık, ormanda yetişen ağaç, ekim alanı————————v. dikilmek, ayakta durmak, ayağa kalkmak, kalmak, durmak, bulunmak, dayanmak, katlanmak, direnmek, göğüs germek, karşı koymak, devam etmek, sineye çekmek, üstlenmek, desteklemek, ısmarlamak, ihtiyaç duymak, kanıtlamak, çekilmek* * *1. dur (v.) 2. tutum (n.)* * *[stænd] 1. past tense, past participle - stood; verb1) (to be in an upright position, not sitting or lying: His leg was so painful that he could hardly stand; After the storm, few trees were left standing.) ayakta durmak2) ((often with up) to rise to the feet: He pushed back his chair and stood up; Some people like to stand (up) when the National Anthem is played.) (ayağa) kalkmak3) (to remain motionless: The train stood for an hour outside Newcastle.) hareketsiz durmak4) (to remain unchanged: This law still stands.) geçerli/yürürlükte olmak5) (to be in or have a particular place: There is now a factory where our house once stood.) (belli bir yerde) olmak/bulunmak6) (to be in a particular state, condition or situation: As matters stand, we can do nothing to help; How do you stand financially?) (belli bir durumda) olmak7) (to accept or offer oneself for a particular position etc: He is standing as Parliamentary candidate for our district.) aday olmak8) (to put in a particular position, especially upright: He picked up the fallen chair and stood it beside the table.) dikmek, koymak9) (to undergo or endure: He will stand (his) trial for murder; I can't stand her rudeness any longer.) tahammül etmek, uğramak, çekmek10) (to pay for (a meal etc) for (a person): Let me stand you a drink!) ısmarlamak, ikram etmek2. noun1) (a position or place in which to stand ready to fight etc, or an act of fighting etc: The guard took up his stand at the gate; I shall make a stand for what I believe is right.) duruş2) (an object, especially a piece of furniture, for holding or supporting something: a coat-stand; The sculpture had been removed from its stand for cleaning.)... sehpası, ayak, taban, kaide3) (a stall where goods are displayed for sale or advertisement.) stand, tezgâh4) (a large structure beside a football pitch, race course etc with rows of seats for spectators: The stand was crowded.) tribün5) ((American) a witness box in a law court.) tanık yeri•- standing 3. noun1) (time of lasting: an agreement of long standing.) süre,...-lik2) (rank or reputation: a diplomat of high standing.) rütbe, saygınlık•- stand-by4. adjective((of an airline passenger or ticket) costing or paying less than the usual fare, as the passenger does not book a seat for a particular flight, but waits for the first available seat.) yedekteki yolcu5. adverb(travelling in this way: It costs a lot less to travel stand-by.) yedek- stand-in- standing-room
- make someone's hair stand on end
- stand aside
- stand back
- stand by
- stand down
- stand fast/firm
- stand for
- stand in
- stand on one's own two feet
- stand on one's own feet
- stand out
- stand over
- stand up for
- stand up to -
9 baş
"1. head. 2. leader, chief, head. 3. beginning. 4. basis. 5. top, summit, crest. 6. end, either of two ends. 7. naut. bow. 8. clove (of garlic); cyme; (plant) bulb. 9. head (of a pin). 10. wrestling first class. 11. agio, exchange premium. 12. head: elli baş sığır fifty steers, fifty head of cattle. 13. main, head, chief, top. 14. in many idioms self, oneself. 15. side, near vicinity, presence: sofra başında at the table. ocak başında near the hearth. -ına for each, per, each: saat başına elli bin lira fifty thousand liras an hour. -ında 1. at, near, around: masa başında at the desk, around the table. 2. on his hands: Başında üç çocuk var. He has three children on his hands. He has to support three children. 3. at every: saat başında at the start of every hour. -ından 1. from its beginning: başından sonuna kadar from beginning to end. 2. away from: Başımdan git! Go away!/Get out!/Leave me alone! -ta first of all, most of all. -ı açık bareheaded. -ı açılmak to go bald. -ını açmak 1. to uncover one´s head (as a gesture initiating prayer or imprecation). 2. /ın/ to open up (a subject of talk), give an inkling (of). - ağrısı 1. headache. 2. trouble, nuisance. - ağrısı olmak /a/ to be a nuisance (to), cause worry (to). -ını ağrıtmak /ın/ to give a headache (to); to annoy (someone) by talking a lot. -ını alamamak /dan/ 1. to be too busy (with). 2. not to be able to escape (from some trouble). - alıp baş vermek to wage a bitter fight. -ını alıp gitmek to go away, leave. -ının altında under one´s pillow. -ının altından çıkmak /ın/ (for a plot) to be hatched out in (someone´s) head; to be caused (by). -ı araya gitmek to be caught between disagreeing people. - aşağı upside down, head down. -tan aşağı from top to bottom, from head to foot, from end to end, throughout. - aşağı gitmek to get worse. -ından aşağı kaynar sular dökülmek to have a terrible shock, meet with sudden excitement. (işi) -ından aşkın overburdened (by work). -ında ateş yanmak to be upset, be troubled, be distressed. -ından atmak /ı/ to get rid (of). -tan ayağa kadar colloq. from head to foot, altogether. - ayak, ayak baş oldu. colloq. The high and the low have changed places. -ı bacadan aşmadı ya. colloq. She is still young enough to find a husband. - bağı 1. head band, fillet. 2. naut. bow fast, head fast. - bağlamak 1. to cover or tie up one´s head (with a scarf). 2. (for grain) to form heads. 3. to take up a duty. -ını bağlamak /ın/ to marry (one) to another. -ı bağlı 1. fastened by the head; attached. 2. married. - başa tête-à-tête, face to face. -tan başa from end to end, entirely. - başa kalmak /la/ to stay alone (with). - başa vermek 1. to put our/your/their heads together, consult with each other. 2. to work together, help each other, collaborate. -ında beklemek/durmak /ın/ to stand watch over, watch carefully. - belası nuisance, troublesome person or thing. -ına bela getirmek/sarmak /ın/ to saddle (someone, oneself) with a big problem. -ı belaya girmek to get into trouble. -ı belada olmak to be in trouble. -ını belaya sokmak/uğratmak /ın/ to get (someone, oneself) into trouble. -ımla beraber with great pleasure, gladly. - bezi head scarf. - bilmez unbroken (horse). -ına bir hal gelmek to suffer a serious misfortune. -ını bir yere bağlamak /ın/ to find (a person) a good job and save him from idleness. -ına bitmek /ın/ suddenly to appear, suddenly to show up (said of a pestiferous person). -ını boş bırakmak /ın/ 1. to leave alone, leave untended. 2. to leave without supervision. - boy best quality. - bulmak to pay, leave a profit. -ta/-ında bulunmak /ın/ to be in charge. -ına buyruk independent. -ı bütün married (person). -ından büyük işlere girişmek/karışmak to undertake things that are beyond one´s powers, bite off more than one can chew. -ına çal! colloq. /ı/ Here it is. May it do you no good. -ının çaresine bakmak to take care of one´s own affairs oneself, not to leave things to others. -ı çatla -
10 iç
",-çi 1. the interior, the inside, the inner part or surface. 2. see içinde. 3. insides, innards (internal organs of a person or animal). 4. (a person´s) true self, heart, soul: Merak etme, Safigül´ün içi temiz. Don´t worry, Safigül´s a good soul at heart. Eğer içinde varsa, bir yolunu bulup üniversiteyi bitirir. He´ll find a way to finish university, if he really wants to do so. 5. inner part (of a nut or seed), kernel; inner part (of a fruit), meat, flesh. 6. stuffing, filling (material used to stuff or fill something). 7. inner, inside; interior; internal. 8. domestic, internal (as opposed to foreign). 9. inland (as opposed to coastal). -ler acısı heartrending, heartbreaking. - açı interior angle. - açıcı gladdening, glad, cheering, heartening. -ini açmak 1. /a/ to pour out one´s troubles (to), unburden oneself (to). 2. /a/ to make one´s feelings clear to (someone who has annoyed or angered one). 3. /ın/ to cheer (someone) up, gladden (someone), gladden (someone´s) heart, lift (someone´s) spirits: Bu haber Nefise´nin içini açtı. This news gladdened Nefise´s heart. -ine alan including. -ine alma inclusion. -ine almak /ı/ to include, encompass; to hold, contain. -i almamak /ı/ 1. not to feel like eating (something). 2. to be reluctant to (do something). -ine ateş düşmek to suffer a grievous emotional blow. -ine atmak /ı/ 1. to keep (a worry, a problem) to oneself. 2. to store away in one´s memory (an insult which one has appeared to disregard). - bağlamak (for the kernel of a nut or seed) to become plump, fill its shell, hull, or husk. - bakla shelled broad beans. -ine baygınlıklar çökmek to feel like screaming (because one finds something extremely tiresome or exasperating). -i bayılmak 1. to feel faint (with hunger). 2. to feel full and thirsty (after eating too much rich food). -ini bayıltmak /ın/ 1. (for an over-sweet food) to make (one) feel sick. 2. to exasperate (someone) (by talking too much or dillydallying). -i beni yakar, dışı eli (yakar). colloq. Others only know his outward charm, whereas I know his inner nastiness. - bezelye shelled peas. -ini bir kurt yemek/kemirmek for a doubt to nag one. -ini boşaltmak 1. to blow one´s stack. 2. to pour out one´s troubles (to). -i bulanmak 1. to feel nauseated. 2. to get suspicious. - bulantısı nausea. -i burkulmak to feel a deep pang of sadness. - bükün ling. internal inflection. - cep tailor. inside pocket. -i cız etmek 1. suddenly to feel a tug at one´s heartstrings; suddenly to be touched to the quick. 2. suddenly to feel very sad, very dispirited, or very discouraged. - çamaşırı underwear. - çekmek 1. to sigh. 2. to sob. -i çekmek /ı/ to have a longing for, desire. -ine çekmek /ı/ to breathe in, inhale. -ini çekmek to sigh. -i çıfıt çarşısı evil-minded. -inden çıkılmaz impossible, (something) which seems insuperably difficult; insoluble, insolvable (problem): içinden çıkılmaz bir hal an impasse. -inden çıkmak /ın/ successfully to manage, carry out, or do (a difficult job); to solve (a difficult problem). -i dar impatient, restless (person). -i daralmak to be depressed, be distressed. -i dayanmamak /a/ 1. to be unable to stand by and do nothing. 2. for (one´s) conscience not to let one do (something). 3. not to be able to stand or bear (something) (because of jealousy). -ine dert olmak to be unhappy at having failed to accomplish (something). -i dışı bir unaffected, free of hypocrisy, genuine. -i dışına çıkmak 1. to vomit, throw up. 2. to have been so bounced about and jolted that one feels nauseated. -inden doğmak see -inden gelmek. -ine doğmak /ın/ intuitively to feel that, have a feeling that (something is going to happen): Böyle bir şey olacağı içime doğmuştu. I´d had a feeling something like this would happen. -ine dokunmak /ın/ to sadden; to pain. - donu underpants. -ini dökmek /a/ to pour out one´s troubles (to), unburden oneself (to). - dünya (a person´s) inner world, inner self. -i erimek to be greatly worried -
11 случаться
несов.; сов. - случи́ться1) olmak; başa gelmekчто случи́лось? — ne oldu?
что с тобо́й случи́лось? — ne oldu sana?
случи́лось то, чего́ я боя́лся / опаса́лся — korktuğuma uğradım
с ним случи́лось несча́стье — başına kaza geldi
е́сли с ним что́-нибудь случи́тся (если он умрёт)... — başına bir hal gelirse...
ма́ло ли что мо́жет случи́ться,... — ölüm var dirim var,...
2) olmakслуча́лось ли тебе́ ночева́ть в лесу́? — ormanda gecelediğin olmuş muydu?
случа́лось, что он возража́л — onun itiraz ettiği olurdu
-
12 çekilmez
невыноси́мый, непереноси́мый; несно́сныйçekilmez bir çocuk — несно́сный ребёнок
çekilmez bir hal — невыноси́мое положе́ние
kahrı çekilmez — невыноси́мый; несно́сный, ужа́сный
□
çekilmez olmak — быть (стать) невыноси́мым (несно́сным) -
13 выходить
iyileştirmek; yetiştirmek; inmek; ayrılmak,çekilmek; olmak,çıkmak; (pencere vb.) açılmak,bakmak,nazır olmak; tükenmek,suyunu çekmek; tüketmek* * *I выход`итьнесов.; сов. - вы́йтивыходить из больни́цы — перен. hastaneden çıkmak
выходить из-за стола́ — masa / sofra başından kalkmak
выходить со ста́нции (о поезде) — перен. (istasyondan) kalkmak
выходить из войны́ — перен. savaştan / harpten çıkmak
вы́йти из кри́зиса — перен. bunalımdan çıkmak
выходить на у́лицу (о массах) — sokağa / dışarı çıkmak; sokaklara dökülmek
выходить в мо́ре — denize çıkmak
выходить в откры́тое мо́ре — denize açılmak
выходить на охо́ту — ava çıkmak
выходить на лов ры́бы — balığa çıkmak
выходить на сце́ну — sahneye çıkmak
выходить на мировы́е ры́нки — dünya pazarlarına açılmak
выходить на рабо́ту — işbaşı yapmak
выходить на телеэкра́ны (о фильме) — ekrana gelmek
вы́шел но́вый журна́л — yeni bir dergi çıktı
две соро́чки из э́того не вы́йдут — bundan iki gömlek çıkmaz
2) (становиться, делаться кем-л.) olmakиз него́ вы́йдет хоро́ший врач — iyi bir doktor olur
челове́ка из него́ не вы́йдет — adam olmaz
геро́й из него́ не вы́йдет — onda kahraman olacak hal yok
выходить победи́телем из чего-л. — galip çıkmak
3) ( получаться) olmak; çıkmakничего́ у него́ не вы́йдет — bir şey başaramaz:
из э́того ничего́ не вы́йдет — bundan bir şey çıkmaz
не вы́йдет! — sökmez!
вы́шло так, как я сказа́л — dediğim çıktı
э́тот сни́мок не вы́шел — bu fotoğraf (iyi) olmadı
сни́мок хорошо́ вы́шел — resim iyi çıktı
как бы чего́ не вы́шло — bir şey olmasın
как же так вы́шло, что... — nasıl oldu da...
4) тк. несов. bakmak; açılmakко́мната выхо́дит о́кнами в сад — odanın pencereleri bahçeye bakar
дверь выхо́дит в коридо́р — kapı koridora açılır
доро́га выхо́дит на шоссе́ — yol şoseye kavuşur / çıkar
5) ( замуж) varmakвыходить за кого-л. — birine varmak
6) тк. сов. ( происходить)...dan olmak, içinden çıkmak / gelmekон вы́шел из крестья́н — köylüdendir, köylü içinden çıkmıştı
он вы́шел из наро́да — halkın içinden yetişmişti
7) ( расходоваться) tükenmek, suyunu çekmek; harcamak, tüketmekу нас вы́шел весь бензи́н — benzinimiz tükendi
у нас выхо́дит мно́го дров — çok odun harcarız
••выходить из берего́в — taşmak
вы́йти из заколдо́ванного круга — kısır döngüden kurtulmak
выходить из себя́ — çileden çıkmak
умо́м он не вы́шел — akıldan yana züğürttür
она́ лицо́м не вы́шла — çehre züğürdüdür
э́та те́ма выхо́дит за ра́мки нашего сообще́ния — bu konu tebliğimizin çerçevesini aşmaktadır
II в`ыходитьна́ша кома́нда вы́шла вперёд — takımımız öne / ileri geçti
сов., см. выхаживать -
14 her
"every, each. - an at any moment. - aşın kaşığı busybody, meddler, interloper. - bakımdan in every respect. - bir each, every single. - biri each one, every one (of). - biri başka bir hava çalmak for everyone (in a group) to behave and think differently from everyone else (in that group); for everyone to have a different opinion. - boyayı boyadık da fıstıki mi kaldı? colloq. Even though we´ve yet to do the fundamental things, you´re already talking about the finishing touches. - boyaya girip çıkmak colloq. to have worked at many different jobs. - daim always. - defa/defasında each time. - dem always. - dem taze 1. young-looking, vigorous for his/her age. 2. evergreen (plant). - derde deva cure-all, panacea. - durumda no matter what, in any case. - gördüğü sakallıyı babası sanmak colloq. to be easily fooled by appearances. - gün every day. - güzelin bir kusuru/huyu vardır. proverb Even the most attractive people and things have their drawbacks. - hal see herhalde. - halde see herhalde. - halü kârda see herhalükârda. - havadan çalmak 1. to be versatile. 2. to claim to be knowledgeable about many different things. - horoz kendi çöplüğünde/küllüğünde öter/eşinir. proverb A person will lay down the law on the turf that is his/her own. - hususta in all respects, from all points of view, in every way. - ihtimale karşı keeping every possibility in mind; just in case. - işe burnunu sokmak to poke one´s nose into everything. - işin başı sağlık. proverb The success of a project is greatly dependent on the good health of those involved in it. - işte bir hayır vardır. proverb Everything we experience in life has its positive side. - kafadan bir ses çıkmak for everyone to be talking all at once. - kim whoever. - kim olursa olsun no matter who it is, whoever it may be. - koyun kendi bacağından asılır. proverb The trouble people get themselves into is usually of their own making. - kuşun eti yenmez. proverb Not every person will bend to your will. - nasılsa somehow or other. - ne whatever. - nedense somehow, for some reason or other. - ne hal ise anyhow, anyway. - ne ise 1. so anyhow. 2. whatever the cost. 3. Anyway,.../Let´s forget it. - ne kadar although, however much. - ne pahasına olursa olsun at any cost. - nerede wherever. - ne zaman whenever. - şey everything. - şeye burnunu sokmak to poke one´s nose into everything. - tarafta all around, everywhere, on all sides. - taraftan from everywhere. - tarakta bezi olmak to have a finger in every pie. - tarladan bir kesek random talk. - telden çalmak 1. to be versatile. 2. to claim to be knowledgeable about many different things. - yerde everywhere. - yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. proverb Everybody cherishes his own way of doing things. - yiğidin gönlünde bir aslan yatar. proverb Everybody cherishes an ambition. - yokuşun bir inişi, her inişin bir yokuşu vardır. proverb All problems eventually get worked out. - zaman always." -
15 вид
görünüş,biçim; tavır,kılık kıyafet; hal; görünüm,manzara; tip,tür,çeşit* * *I мвне́шний вид — (dış) görünüş; kılık (kıyafet) ( одежда)
с видом победи́теля — galip tavrı ile
у неё жа́лкий вид — acıklı / acınacak bir hali var
у него́ был расте́рянный вид — şaşırmış görünüyordu
2) ( состояние) halв пья́ном виде — sarhoşken, sarhoş olduğu halde
в тако́м виде тебе́ идти́ нельзя́ — bu halinle gidemezsin
их едя́т и в све́жем виде — bunlar taze iken de yenir
3) (пейзаж, перспектива) görünüş, manzaraо́бщий вид — genel görünüş
вид сбо́ку — yandan görünüş
кварти́ра с видом на́ мо́ре — deniz manzaralı daire
4) ( поле зрения) в соч.на вид у́ у кого-л. — birinin gözü önünde
скры́ться и́з виду — gözden kaybolmak
при виде опа́сности — bir tehlike görünce / görününce, tehlike karşısında
5) (ви́ды) мн. ( предположения) tahminlerвиды на урожа́и — ürün / rekolte tahminleri
••на вид ей со́рок (лет) — kırk yaşında görünüyor / gösteriyor
на вид ей лет со́рок — görünüşe göre kırklık var
на вид он моего́ во́зраста — benim yaşımda gösteriyor
э́то был симпати́чный на вид мужчи́на — sempatik görünüşlü bir erkekti o
с виду я́блоко хоро́шее — görünüşe göre / görünürde elma iyidir
в виде ша́ра — yuvarlak biçiminde
изда́ть в виде отдельной кни́ги — ayrı bir kitap halinde yayımlamak
у нас все на виду́ — gizlimiz saklımız yok
не пода́ть / не показа́ть виду — renk vermemek, belli etmemek
он вида́л виды — görmüş geçirmiş bir adamdır
име́ть в виду́ — ( подразумевать) kastetmek; ( учитывать) hesaba katmak, aklından çıkarmamak
под видом корреспонде́нта — kendisine muhabir süsü vererek, muhabir kılığına girerek
под видом кри́тики оши́бок — hataların eleştirisi kisvesi altında
под видом обеспе́чения / наведе́ния поря́дка — asayişi sağlama paravanası altında
под видом экономи́ческой по́мощи — ekonomik yardam görünüşü altında
под видом торго́вого су́дна — ticaret gemisi kisvesi altında
он сде́лал вид, что пове́рил — inanmış göründü
мы сде́лали вид, что не слы́шим — duymaz göründük
я сде́лал вид, что не по́нял — anlamazlığa vurdum
(в таки́х слу́чаях) он де́лал вид, что за́нят де́лом — iş yapıyor görünürdü
он сде́лал вид, что не узнал меня́ — beni tanımamazlıktan geldi
я то́лько де́лал вид, что пишу́ — yazmıyordum, yazarmış gibi yapıyordum
он смути́лся, но не по́дал виду — bozulduysa da belli etmedi
ни под каки́м видом — asla
II мупустить и́з виду — gözden kaçırmak
1) tip, tür, çeşit (-di)но́вые виды тка́ней — yeni kumaş tipleri
не́которые виды проду́кции — bazı ürün türleri
зи́мние виды спо́рта — kış sporları
виды люби́тельского спо́рта — amatör spor dalları
разли́чные виды спо́рта — çeşitli sporlar
оди́н из видов спо́рта — spor dallarından biri
стать национа́льным видом спо́рта — ülkenin ulusal sporu olmak
состяза́ния проводи́лись по десяти́ видам спо́рта — yarışmalar on dalda yapıldı
таки́е виды изобрази́тельного иску́сства, как жи́вопись и скульпту́ра — resim ve heykelcilik gibi sanatlar
2) биол. tür -
16 état
n m1 qualité durum, hal [haːl]◊une voiture en bon / mauvais état — kötü durumda bir otomobil
♦ état des lieux yapı durum tespiti2 condition fiziksel veya ruhi kondisyon♦ être en état de durumunda olmak◊Il n'est pas en état de conduire. — Otomobil kullanacak durumda değil.
♦ être hors d'état de durumunda olmamak♦ être dans tous ses états kendinde olmamak♦ état d'esprit anlayış3 État Devlet4 durum, hal [haːl]♦ état civil medeni hal -
17 Lage
Lage <-n> ['la:gə] f2) ( Position) pozisyon, konum, mevki, durum;in der glücklichen \Lage sein, etw zu tun bir şeyi yapabilecek kadar şanslı durumda olmak;siehst du dich in der \Lage, uns zu helfen? bize yardım edebilecek durumda mısın?3) ( Situation) durum, hâl, vaziyet;dazu bin ich nicht in der \Lage onu yapabilecek durumda değilim;Herr der \Lage sein duruma hâkim olmak;versetz dich doch einmal in meine \Lage kendini bir kere benim yerime koy;nach \Lage der Dinge duruma göre;der Ernst der \Lage durumun ciddiliği;die \Lage peilen ( fam) sondaj yapmak4) ( Schicht) kat5) mus (Stimm\Lage) perde; (Ton\Lage) toneine \Lage Bier ausgeben herkese bira ısmarlamak7) ( Schicht) kat, tabaka -
18 position
-
19 طول
Iطَوْل1. erkeAnlamı: ış başarma gücü, enerji2. enerjiAnlamı: maddede var olan ve ısı, ışık biçiminde ortaya çıkan erke, güç3. güçAnlamı: fizik, düşünce ve ahlâk bakımından bir etki yapabilme, kuvvet4. ehliyetAnlamı: yeterlik, uzluk, belge. ehliyetname5. kudretAnlamı: güç, erk, erke, iktidar, yetenek6. erkAnlamı: bir işi yapabilme gücü, kudret, iktidar7. hızAnlamı: bir hareketten doğan güç, şiddet, güç, takat8. canAnlamı: güç, kuvvet9. hâlAnlamı: güç, kuvvet, takat10. dermanAnlamı: güç, takat, mecalIIطُولuzunlukAnlamı: uzun olma durumuطَوَّلَuzatmakAnlamı: uzatmasına sebep olmak, temdit etmek -
20 Lage
in der Lage sein zu (yap)mak durumda olmak;in schöner (ruhiger) Lage güzel (sakin) bir semtte;politische Lage siyasi/politik durum
См. также в других словарях:
bir hâl olmak — 1) bir şeyin çok tekrarlanması yüzünden bitkin duruma gelmek, usanmak, bezmek, fenalık gelmek Çocuklar, yapmayın, etmeyin demekten bir hâl oluyorum. 2) huyu değişmek Bu çocuğa bir hâl oldu, bu çocuk avareleşti. Y. K. Karaosmanoğlu 3) kazaya… … Çağatay Osmanlı Sözlük
bir — is. 1) Sayıların ilki 2) Bu sayıyı gösteren 1, I rakamlarının adı 3) sf. Bu sayı kadar olan Bir kalem. 4) sf. Herhangi bir varlığı belirsiz olarak gösteren (sayı) Bir adam sizi arıyor. 5) sf. Tek Allah birdir. 6) sf. Beraber Hep biriz, ayrılmayız … Çağatay Osmanlı Sözlük
başına bir hâl gelmek — 1) kötü bir duruma uğramak 2) ölüm ihtimali olmak … Çağatay Osmanlı Sözlük
hâl — is., li, Ar. ḥāl 1) Bir şeyin içinde bulunduğu şartların veya taşıdığı niteliklerin bütünü, durum, vaziyet Herkes hâline göre bir hediye verdi. H. R. Gürpınar 2) Davranış, tutum, tavır Bambaşka bir hâliniz vardır sizin. Merhametli bir insan… … Çağatay Osmanlı Sözlük
HAL' — Kaldırma. Kal etme. * Hükümdarı tahttan indirmek. Azletmek. * Mansıb ve mesnetten ihraç etmek. * Elbise gibi şeyleri soymak. * Bir şeyi izâle edip ayırmak ve terketmek. * Karısını boşamak. Evlâdını evlâdlıktan reddetmek HAL (HULÂE) Debbâğların… … Yeni Lügat Türkçe Sözlük
yük olmak — 1) (birine) bir kimse, sıkıntılı bir işini başkasına yaptırmak Onların hepsinde sanki bulundukları yere yük oluyorlarmış gibi utangaç ve ürkek bir hâl vardır. B. R. Eyuboğlu 2) (birine) kendisi için başkasına para harcatmak, masraf yaptırmak… … Çağatay Osmanlı Sözlük
baş — 1. is., anat. 1) İnsan ve hayvanlarda beyin, göz, kulak, burun, ağız vb. organları kapsayan, vücudun üst veya önünde bulunan bölüm, kafa, ser Sağ elinin çevik bir hareketiyle başındaki tülbendi çekip aldı. N. Cumalı 2) Bir topluluğu yöneten kimse … Çağatay Osmanlı Sözlük
çekmek — i, e, er 1) Bir şeyi tutup kendine veya başka bir yöne doğru yürütmek Hepsi iskemleleri çekerek masanın etrafında bir halka yapmaya hazırlanıyorlardı. R. N. Güntekin 2) Taşıtı bir yere bırakmak, koymak 3) Germek İpi çekmek. 4) İçine almak, emmek… … Çağatay Osmanlı Sözlük
dil — 1. is. 1) Ağız boşluğunda, tatmaya, yutkunmaya, sesleri boğumlamaya yarayan etli, uzun, hareketli organ, tat alma organı Ağzımı dolduran kocaman dil, kelimelere yer bırakmıyor ki... Y. Z. Ortaç 2) Birçok aletin uzun, yassı ve çoğu hareketli… … Çağatay Osmanlı Sözlük
kapamak — i 1) Bir açıklığı örtmek için bir şeyi, açık yerin üzerine getirmek Hasan, yıldırımla vurulmuş gibi hemen kapıyı kapadı, kaçtı. H. E. Adıvar 2) Hava bulutlarla kaplanmak, sıkıntılı bir hâl almak 3) Bir şeyin görünmesine engel olmak Bu yapı… … Çağatay Osmanlı Sözlük
İSTİGRAK — Gark olmak, dalmak. * Dalgınlık. * Ist: Seraba kapılmak. Manevî bir hal ile hayret ve taaccübden bayılmak derecesine gelmek. * Tas: Dalgınlıkla, zihni bütün bütün meşgul olmak. Aşk ı İlâhî ile dünyayı unutup kendinden geçmek. * Gr: El harf i ta… … Yeni Lügat Türkçe Sözlük